Thu
Olayların
ummadığınız biçimde gelişmesi karşısında şaşkınlığınızı gizlemekte
zorlanabilirsiniz. Fakat annemle babamın boşanacağını babamdan duyduğumda,
takriben 30 ay önce, zannettiğiniz kadar şaşırmamıştım. Bu daha çok
“korktuğumun başıma gelmesi” idi. Ağlayıp ağlamadığımı hatırlamıyorum ancak
eski sevgilimin, beni terk etmeden önce, yakın arkadaşlarına benim bu duruma
çok üzüldüğümü ve ağladığımı söyleyip yakındığını ve tüm bunları aslında
vicdani bir rahatlama ve aldatma girişimlerine konforlu birer zemin hazırlama
çabası olduğunu öğrendiğimi anımsıyorum. Şuan bu anıların hiçbiri üzmüyor beni
çünkü hepsi izleyip daha sonradan unuttuğum birer dram filmine benzemeye
başladı.
Bunları henüz yaşamışken, ismiyle karakteri arasında küçük çatlaklar ve kutuplaşmalar bulunan bir beyefendiye rastlamam, ruhumda kısa dönem yaralara yol açsa da kendisine, tuhaf bir biçimde, kızgın değilim. Çünkü bir filmin figüranına üzülmeyi Yeşilçam sinemasından sonra bıraktım. Fakat bir insanı pişman etmenin, onun gözlerinizin önünde başkalaştığını görmenin hüznü tarif edilemezdir.
İsmi kadar duyguları da büyük ama ruhu hala biraz çocuktu bu gencin. Göğsüne yatmaya, dudaklarına dokunmaya kıyamazdınız. Ama işte o iki dudağının arasından çıkan sekiz kelimeyi duyunca dayanamaz öperdiniz. Ben öyle yaptım. Ciğerini söke söke onu sevmediğimi söylemeden, takriben 3 dakika öncesinde, iki dudağının arasında soluyordum. Eğer zamanı durdurabilseydim o an, ne o sevdiğine ne de ben söylediğime pişman olurdum. Fakat ben yalan söyleyemem.
İşte tüm bunların üzerine kaçan uykularınızı, günahlarınızı, acılarınızı birkaç şişeye toplamaya kalkarsınız. Ellerinizle tutup birleştiremediklerinizi, gözünüzün önünde, burnunuzun dibinde yitip gidenleri, kaçanları, yalanları, bıraktıklarınızı bir şişenin içine tıkıştırıp denize fırlatmaya çalışırsınız. Taşar. Yaptıklarınıza, belki, ayıldığınız zaman ancak şaşırırsınız.
Ve bugün, çok uzun bir aradan sonra ilk kez şaşkınım.
Bunları henüz yaşamışken, ismiyle karakteri arasında küçük çatlaklar ve kutuplaşmalar bulunan bir beyefendiye rastlamam, ruhumda kısa dönem yaralara yol açsa da kendisine, tuhaf bir biçimde, kızgın değilim. Çünkü bir filmin figüranına üzülmeyi Yeşilçam sinemasından sonra bıraktım. Fakat bir insanı pişman etmenin, onun gözlerinizin önünde başkalaştığını görmenin hüznü tarif edilemezdir.
İsmi kadar duyguları da büyük ama ruhu hala biraz çocuktu bu gencin. Göğsüne yatmaya, dudaklarına dokunmaya kıyamazdınız. Ama işte o iki dudağının arasından çıkan sekiz kelimeyi duyunca dayanamaz öperdiniz. Ben öyle yaptım. Ciğerini söke söke onu sevmediğimi söylemeden, takriben 3 dakika öncesinde, iki dudağının arasında soluyordum. Eğer zamanı durdurabilseydim o an, ne o sevdiğine ne de ben söylediğime pişman olurdum. Fakat ben yalan söyleyemem.
İşte tüm bunların üzerine kaçan uykularınızı, günahlarınızı, acılarınızı birkaç şişeye toplamaya kalkarsınız. Ellerinizle tutup birleştiremediklerinizi, gözünüzün önünde, burnunuzun dibinde yitip gidenleri, kaçanları, yalanları, bıraktıklarınızı bir şişenin içine tıkıştırıp denize fırlatmaya çalışırsınız. Taşar. Yaptıklarınıza, belki, ayıldığınız zaman ancak şaşırırsınız.
Ve bugün, çok uzun bir aradan sonra ilk kez şaşkınım.
Bugün bir çocuğu sevdim.
Bugün kendimce kararlar aldım.
Bugün kimseye yalan söylemedim.
Bugün okuduğum bir romanın sayfaları arasında yeniden
parmaklarımı gezdirdim.
Biliyorum.
“Mutlu” doğru kelime değil ama ilk akla geleni.
Anneler ve Oğulları
by Jean Auguste Dominique Ingres, c. 1805 |
Gerçek şu ki, dul bir anne tarafından yetiştirilen her erkek çocuk, evli doğmuş sayılır. Bilmiyorum ama, bence annesi ölene dek bir erkeğin hayatındaki diğer kadınların hiçbiri metres olmaktan öteye geçemez.
Modern Oedipus hikayesinde babayı öldürüp oğula kavuşan kişi annedir.
Ve annenizi boşayamazsınız da.
Öldürmeniz de söz konusu değildir.
Chuck Palahniuk, Tıkanma, s.21
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)