Ocakta üzerine tarçın
döktüğüm elmaları kaynatıyorum bir küçük tencere içerisinde. Ev kış kokuyor. Kış,
soğuk kokuyor öte yandan. Soğuk havaları ben sevmem, senin aksine. Üşümeyi sevmediğimden
hep sana sokulurdum, çünkü senin avuçların, tenin sıcak. Sıcak, sen kokuyor. Sen
ne güzel kokardın! Evden çıkmadan boynuna bir öpücük kondururken içime çektiğim
o kokun ne güzeldi! Sen, ne güzeldin. Ben de seninle güzeldim.
Beni en çok sen tanırsın
artık. Herkes güçlü olduğumu söyler, sen kırılgansın derdin. Gözlerimin içine
bakardın ben ağlarken. Ağlarken göremesem de biliyordum işte. Gözlerimin içine
ne çok bakardın. Ne güzel bakardın gözlerime. Gözlerim. Ah, gözlerim! Gözlerim seni
arıyor şimdi her yerde. Parkta, bahçede, yastıkta, yorganda, kanepede, masada,
bardakta, kedide, köpekte, ağaçta, sokaklarda, başkalarında seni arıyorum.
İnsanlar yalan
söylediğimi bilmiyor. Babam, annem, arkadaşlarım bilmiyorlar. Sen, bilmiyorsun.
Bir cümlen taş gibi ezdi yüreğimi. Tek kelimelik, kısacık bir cümlenin tüy
kadar hafif olması gerekirdi oysaki. Yalan söylediğimi ben bile bilmiyormuşum.
Bir insanın sesini
unutmak dünyanın en acı şeyidir. Bir insanı unutmak, daha acı.
Yüz hatlarını unutmaktan
korkuyordum. Bir gün ismini andığımda, başkalarından duyduğumda yüzün gözlerimin
önünde belirmeyecek. Yüzünü unutmuş olacağım. Dudak kıvrımlarını, kirpiklerini,
eğri duran alt dişini, acıdığı için dokunmaya kıyamadığım burnunu, uyurken
okşadığım kaşlarının çizdiği yolu, saçlarının elimde bıraktığı o yumuşaklık
hissini anımsayamayacağım. Belki bir gün İstanbul’da bir kafede üç masa ötemde
oturacaksın ama ben fark etmeyeceğim.
Güzel yüzünü başkaları
alacak avuçları arasına. Uyurken kolun başkasının saçlarının ağırlığında
ezilecek. Tişörtlerine başkalarının ten kokusu sinmiş olacak. Parmaklarının arasını
başkalarının yumuşak ve pürüzsüz elleri dolduracak. Gözlerin başkalarının
gözleri içine bakacak. Gözlerin. Ah, gözlerin!