Retrouvailles

 Geniş kolda fakat bir nefes aralıkla ikişerli sıralanıyoruz büstün önünde. Komut veriliyor; rahat! Değilim. Zannettiğin kadar rahat değilim, ve hiçbir zaman... Hazır ol! Bunu da başaramayacağım. Bayrak çekiliyor göndere, dudaklarım kıpırdamıyor bile. Varlığımı senin varlığına armağan etmek istiyorum oysaki. Nasıl da çarpıyor kalbim! Kaç dakikamız kaldı, hiç bilmiyorum. Ben saymayı bu andan itibaren bırakıyorum senin kollarına. Ve işte oldukça klişe bir ifade geliyor dilimin ucuna: Carpe diem! Anlamını öğrenene kadar bunun herhangi bir dilde "seni seviyorum" demek olduğunu düşünürdüm fakat yanıldım. Anı yaşamayı sevmeyle iç içe sokup, seni göğüs kafesimin ardına tıkma hevesimi bi kenara bırakamadım, bunun için çok üzgünüm. Veda törenlerini hiç sevmediğimi bilirsin. Veya bilemezsin. Bilme. Hiçbir zaman bu kadar yakın olamayacağız nasılsa. Her zaman için, seni her gün, belli bir sebepten veya durduk yere, ve neredeyse sürekli düşünürken, yanıma geldiğinde aslında sana hiç alışmamış gibi, sıradan davranacağım. Halbuki bir süre sonra benim için sen, diş fırçalamak, yemek yemek, uyumak gibi bir kavrama dönüşeceksin. Ah, metamorfoz! Her zaman Gregor Samsa'nın başına gelenler gibi olmuyor işte. Gregor Samsa ismini ilk defa benden duymuş olamazsın ama kim olduğunu sana ben anlatmıştım. Ve kahramanımız Thu, yanlışlıkla prensinin hayatına dokunur. Ne hikaye ama! Biraz Tarkan şarkısı gibi fakat sahiden yanlış zaman, yanlış insan, ve kış güneşi sahiden de ısıtmıyor. Bu sebepten daha sıcak iklimlere kaçma isteğini anlıyorum. Planlarının ortasına dördüncü kattaki bir dairede bulunan klimanın akıttığı su gibi, ansızın ve kirli bir şekilde düştüysem affet. Aslına bakarsan hayatında böyle önemli bir yer teşkil ettiğimi hiç düşünmemiştim. Ve yine, ne için olduğunu bilmesem de teşekkür ederim. Yarın uyandığımızda bir gün daha eksilecek.

Loin

 Yeni bir gün geliyor tıka basa dolu yaşadığın koca yirmi dört saatin ardından. O gün anlıyorsun gitmen gerektiğini. Sen bu bölgeye ait değilsin. Senin kabilen bizler değiliz. Gidebildiğin kadar uzağa gitmeye hiç olmadığın kadar hazırsın. Radyoda her zaman en sevdiğin şarkı çalacak. Çalan şarkılara her zaman yeni hikayeler yazacaksın. Yazdıkların bir süre sonra, sen hiç fark etmeden, yaşadıkların olacak. Dünyanın bir ucundan diğerine gideceksin. Kanatlarını açıp uçarken tek bir defa bakacaksın bıraktıklarına, canın -umuyorum ki- yanmayacak. Ait olduğunu hissettiğin yer, senin evin olacak ama ev dediğin terk ettiğin yer mi kavuştuğun yer mi asla bilemeyeceksin. Sen bu bölgeye ait değilsin. Mavi sular yeniden doğuracak seni; rüzgarın başka bir yönden esecek, iklimin değişecek.
 Her şeye rağmen, hayatımda tanıdığım en güzel insan olma sıfatını asla kaybetmeyeceksin. Tanıştığıma memnun oldum, diyeceğim seni uğurlarken. Bir gün bana, arkasına hikayesini kısacık yazdığın bir fotoğrafını göndermeni bekleyeceğim sabırla. Öyle olmasan da, yanımda olduğun için mutluyum, diyebileceğim. Ve daha doldurulmayı bekleyen pek çok sayfası var siyah yapraklı defterin.

 Böyle vedalara hiç alışamayacağım.