Günlük


18 Ocak ‘16
Çalışırken kulağımda Feist’ten 1234 çalıyor. Az önce odaya evrak getirdi biri. Bir an senin kokuna benzettim. Hava kapalı, kar topluyor. Feist’ten 1234 çalıyor. Senin kokun sanıyorum. Ofis, senin yurt odana dönüşüyor.
Özlemek de değil ki bu; tuhaf bir şey. Daha çok anıyorum seni. Ve daha sık kabulleniyorum gitmek isteyişini. Düşüncelerimi bölüyorsun. Hislerimi bölüyorsun. Eylemlerimi bölüyorsun. Sensiz yapmak istemiyorum birçok şeyi.
Şimdi her şey gitgide daha da tuhaflaşıyor. İnsanları daha çok anlayıp onlardan daha fazla rahatsız oluyorum. Daha çok ben gibi davransam da daha eksik yaşıyorum. Boş kalan yanlarımı seninle doldurmak istediğime emin değilim. Boşluklarım büyüyüp küçülürken bana vereceğin parçaların aynı kaldığına eminim. O yüzden kapatamayacağız hiçbirini.
Eskisi gibi değil hiçbir şey.
Ne kahvenin tadı, ne sinema salonları, ne soğuk tek kişilik yataklar ne de…
-o-
Böyle yarım kalmış yazacaklarım. Bitmemiş. Belki başka bir zaman…



20 Şubat ‘16
Keşke seninle daha yeni tanışmış olsaydık. Veya hayatlarımız daha derli topluyken… Böyle yarım bıraktığımız için birbirimizi, gün geçtikçe soğuyor gibiyiz. Yüzünü unutmaktan korkuyorum.
Şimdi sen İstanbul'a dönerken, ben İstanbul'u ardımda bırakıyorum. Sanki senden kaçıyormuşçasına… Sana gelmediğim için çok farklıydı bu sefer.
Ve bir gün, nedense ölmüş olabileceğini düşünüp daha çok korktum. Bir kaldırım taşına bakarken bile ağlayabilirim öyle.



23 Şubat ‘16
Aklımda onlarca soru, onlarca iş var. Toparlayamıyorum bir türlü. Bir de seni düşünüyorum arada. İyi olduğunu bilmek yetiyor. Sonra bakıyorum, azla yetinmeyi öğretmişim kendime. Ve hep küçük şeyler mutlu ediyor beni.
Seninle aynı yeri görmüş olmak bile güzel. Belki, diyorum, bir gün beraber de gideriz.
27 Şubat ‘16
4 ay sonra.
Yeniden…
Özlemek neymiş, anladım.



29 Şubat ‘16
Düşünsene bi… Radyoda Fleet Foxes’tan Mykonos çalıyor. Arabanın kelebeklerini açmışız, püfür püfür bir rüzgâr vuruyor yüzümüze. Mikonos’a gitmiyoruz belki ama güzel bir yol ve tatil bekliyor bizi. Ayağımın dibindeki poşetten buz gibi bir su çıkarıyorum; kapağını açıp sana uzatıyorum. Sonra çubuk kraker uzatıyorum; istemiyorsun. Birazdan mola verir bir şeyler yeriz, diyorsun. Başındaki kepi hızlıca alıyorum ve siperini arkaya çevirip kendi başıma takıyorum. Koltuğumu geriye itip bacaklarımı torpidonun üstüne uzatıyorum. Bana bakıp gülümsüyorsun. Radyoda First Aid Kit’ten Emmylou çalıyor. Mutlu oluyoruz.



3 Mart ‘16
Çok uykusuzum. Başım ağrıyor. Birkaç gündür Felix yüzünden uyuyamıyorum çünkü her gece gelip üstüme çıkıyor ve sabah daha saat 6 bile olmadan beni uyandırıyor. Yetmezmiş gibi, sırf benim bu huysuzluğum yüzünden Gizem’le tartışıyorum. Hayatım yolunda gitmiyor bir türlü. Hep bir pürüz, hep bir aksaklık var.
Cebimde 100 lira var. Teknik olarak 400 fakat 300 lirasını kenara ayırdım. İyi şeyler olsun diye para biriktireceğim. Bakarsın seninle IKEA’dan koltuk alırken lazım olur.



29 Mayıs ‘16
Öyle kötü bir his besliyorum ki içimde hafızam silinene kadar unutamayacakmışım gibi geliyor. Sana kızmak ve seni özlemek bir arada filizleniyor içimde. Tahmin ettiğimden çok daha fazla zor geliyor her şey. Ne sana tahammül edebiliyorum ne de senden kaçabiliyorum artık. Kendi içimde sıkışmış gibiyim. Asıl psikoloğa gitmesi gereken benim sanırım.
Ölen kız arkadaşını kıskandım. Artık bu dünyada bile olmayan birini… Çok utanıyorum. Belki de hayatına dokunduğunu, seni değiştirdiğini, senin için özel olduğunu ve hep böyle kalacağını bilmek biraz ağır geldi. Yaşadıkların zor. Eminim. Keşke acını paylaşabilseydim. Keşke bu acın değil, acımız olsaydı. Şimdi ben hayatının bir köşesinde günü gelince ilk on bire dâhil edeceğin yedek oyuncu gibi bekliyorum. Seni beklememeliyim oysaki.
Biz nasıl devam edeceğiz yola, nasıl kalkacağız bunca düşüncenin altından?
İçimdeki güzellikler tükeniyor her gün biraz daha.
Üzgünüm.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder